Küçük bir kasabada, kimsesiz çocukların yaşadığı eski bir yetimhane vardı. Duvarları dökülmüş, camları çatlamış bu bina, kasabanın köşesinde unutulmuş gibiydi. Yetimhanede kalan çocuklar, hayatın sert yüzüyle çok erken yaşta tanışmışlardı. Onlardan biri olan 9 yaşındaki Elif, sessizliğiyle diğerlerinden ayrılıyordu. Gözleri her zaman uzaklara dalar, sanki hiç ulaşamayacağı bir yere bakar gibiydi.

Elif, bu dünyaya ait olmadığını hissediyordu. Onun hikayesi, annesini kaybetmesiyle başlamıştı. Henüz 5 yaşındayken, annesi bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş, babası ise bu kaybın ardından kaybolmuştu. Elif’i yetimhaneye getirdiklerinde, minicik elleriyle annesinin eski bir fularını sımsıkı tutuyordu. O fular, annesinin kokusunu taşıyan son şeydi.

Yetimhanede geçen yıllar boyunca, Elif’in gözlerindeki ışıltı giderek kaybolmuştu. Diğer çocuklar oynarken, Elif hep bir köşede oturur, eski bir deftere bir şeyler karalardı. Kimse ne yazdığını bilmezdi. Çocukların neşesi Elif’e dokunmazdı; onun içindeki hüzün, etrafındaki tüm renkleri griye boyardı.

Bir gün yetimhaneye bir ziyaretçi geldi. 40'lı yaşlarında, yorgun ama nazik bir adamdı. Adı Mehmet’ti ve kasabaya iş için gelmişti. Yetimhaneyi ziyaret etmek istemiş, çocuklarla tanışıp onlara hediyeler getirmişti. Mehmet, çocuklarla vakit geçirirken Elif’i fark etti. Diğerlerinden farklı bir şeyler vardı bu küçük kızda. Gözlerindeki derinlik, yılların biriktirdiği acıyı anlatıyordu.

Mehmet, Elif’in yanına oturdu ve usulca sordu: "Neden diğer çocuklarla oynamıyorsun, küçük hanım?"

Elif, başını kaldırmadan cevap verdi: "Oynayacak bir şeyim yok. Ben sadece bekliyorum."

Mehmet bu cevaba şaşırmıştı. "Neyi bekliyorsun?"

Elif, kısık bir sesle, "Annemin beni almaya gelmesini," dedi. Bu cümle, Mehmet’in kalbine bir ok gibi saplandı.

O gece, Mehmet bir türlü uyuyamadı. Elif’in gözlerindeki o derin hüzün, zihninden silinmiyordu. Ertesi gün yeniden yetimhaneye gitti ve Elif’in defterine göz atmak istedi. Ancak Elif, defteri vermemekte ısrar etti. Mehmet ısrarcı olmasa da, defterin içindekilerin onun için ne kadar kıymetli olduğunu anladı.

Haftalar geçtikçe Mehmet, Elif’i daha sık ziyaret etmeye başladı. Zamanla Elif’in güvenini kazandı ve sonunda küçük kız, defterini ona gösterdi. Defterde, Elif’in annesiyle hayalini kurduğu bir ev vardı. Çizimler yapmış, annesiyle yapacağı şeyleri yazmıştı. Birlikte kahvaltı yapacakları, parkta oyun oynayacakları, annesinin onu okula götüreceği anların hayalini kağıda dökmüştü.

Mehmet, defteri gördüğünde gözyaşlarını tutamadı. O andan itibaren bir karar verdi: Elif’i bu karanlık dünyadan kurtarmak için elinden geleni yapacaktı. Ancak süreç kolay değildi. Yasal prosedürler, bürokratik engeller ve zaman, Mehmet’in sabrını sınadı. Ama sonunda Elif’i evlat edindi.

Elif, Mehmet’in evine ilk gittiğinde, odasında annesinin fularını yatağın başucuna astı. O fular, artık Elif’in yeni hayatının başlangıcında bir hatıra olmuştu. Mehmet ve Elif, birbirlerinin hayatında bir boşluğu doldurdular. Elif, Mehmet’in yüreğine sevgiyle dokunurken, Mehmet de Elif’in hayallerine ışık oldu.

Bu hikaye, her şeye rağmen umudun ve sevginin bir çocuğun hayatını nasıl değiştirebileceğinin sessiz bir çığlığıdır.

Yorumlar

Henüz yorum yok.

Yorum Yap